Karadeniz’in en meşhur türkülerinden biri olan Gelavera Deresi Türküsü’nin bilinmeyen hikayesi.
Elleri titriyordu genç kızın. Simdi tanidik birileri çıkıp geliverse ve ona, onun ismiyle hitap etse yere yigilip kalacak kadar zayıf hissediyordu kendisini. Yüreginin bir yaniyla, karsisinda diz çökmüş ve biraz önce keskin bir bıçak darbesi ile yüzünde açilmis derin yarasini sevinçle karsilayan genç adama, yüreginin diger yaniyla ise daglardan aka aka tipki bir akarsu gibi vadiyi dolduran bulutlara bakiyordu. Baktiklari gördükleri ile ayni olsa idi eğer, simdi yasama sebebi saydigi, sevdigi ilk ve son erkegin güzel yüzünde o kirik, o hüzünlü bıçak yarasini açan kendisi olmayacakti elbette.
Ve o an iki vadi arasında delicesine akan gelevere deresinin kulakları sağır eden çığlıkları, yüzlerce yillarin şahitliğini bu zamana tasimamis olsa idi ne türküler söylenirdi bu ask ve benzerleri için nede o türküleri misra misra dizelere dökenler hatirlanirdi ölümleri daha tazeliğini korurken. Ve nede utanması olmayan bir adam çikip ta hayatinda görmediği, iki dağin ortasından akıp giden gelevere deresinin kenarinda yasanan bu istirapli anlar için bir seyler yazma cesaretini bulabilirdi kendisinde. Ama gelevere deresi bizleri kendisine çagiriyordu yüzlerce binlerce fersah ötelerden…
Çevre köylerden Yusufeli yatili bölge okuluna gelen ögrencilerin nesesine diyecek yoktu bugün. Günlerden Cumaydi ve günlerdir hasretini çektikleri evlerine iki günlüğüne de olsa kavuşacaklardı. Ögretmenleride sıkmıyordu çocukları ve zil çaldığı gibi her biri servislere doluştular güle oynaya. “Direkli köyünün servis arabası yolda ariza yapmış birazdan gelecek” diyor müdür bey, kendisine meraklı gözlerle bakan çocuklara. Ve onlara içerde beklemeleri için talimat veriyor öğretmenlerden birine göz ucuyla bakarak ve baslarında da hasanın durmasını tembihliyor usulca. Hasan diger köylülerinin arasında en büyüğü olmasa bile ağırbaşlı tavırları ile dikkat çekiyor diger çocukların arasında,.sekiz on çocuk baslarında bir öğretmen geçiyorlar okulun giriş kısmına. O ara Hasan bir koşu öğretmenin yanına yaklaşıp biraz utangaç anlatıyor derdini. “Öğretmenim, Elif diyor bizim komsumuzun kızı, bana emanettir. Simdi oda kız okulunun önünde bizi bekler. Haber versek”. Öğretmen cevap veriyor hasana “bir koşu okulun önüne git sen, belki okulları dağılmıştır, kimseyi bulamayabiliriz bu saatte. Nasıl olsa servisin söförü ikinizde oradan alir.
Hasan sırtında bavuluyla kız okuluna yol alirkenmi ilk kez düşünmüştü onu yoksa okul önünde tek basına ama korkmadan bekleyip duran Elifi okulun kösesini döndüğünde gördüğü andami hiçbir zaman bilinemeyecektir. Ama elif hasanı gördüğüne o kadar sevinmistirki utanmasa sarılıverecektir. Hasan büyük adam tavırlarıyla elife selam verdi. Sonra sustu. Hafif basını öne eğerek “araba ariza yapmış bizi buradan alacak.” Sonra yeniden sustu Hasan. Ve elif henüz 15 yaşında olsa bile bir bayan olmanın cesareti ile hasana bakti. Bugün bir tuhaflik vardi Hasanda neyi vardi hasta mıydı? Yoo hayir hasta degil.. ama baksana yüzü kızarıyor ve sesi titriyor hafiften.. Gözleri ne kadar güzel. Ben ne diyorum ya. O benim abim. Allah Allah nerden abim oluyor. Elin oglu. Saçları sariya yakin, neden yeni fark ediyorum. Ne oluyor bana. Biran mirildanir gibi oldu Hasan Elif onu duyar gibi olunca korktu acaba yüzüm kizarmismidir. Yok ya daha neler…
Yağmur yağıyor dedi hasan iki yıldır üzerinde eskittiği lacivert ceketine düsen bir iki damla yağmur damlasını görüp. “istersen okulun saçağında duralım” tamam olur dedi elif. Ve saçak altında beklemeye başladılar servis arabasını. Çok geçmedi arabada geldi zaten. Elif ön tarafta diger kızların yanına geçti. Hasan da arabanın en arka tarafında kendine bir yer buldu ve oturdu.
Araba anayoldan çikip köy yoluna girdiği zaman yağmur şiddetini arttırıyordu. Sonbahar yağmurları diye düşündü hasan basını cama dayamış dışarıya bakarken. Sonra gözleri elifin saçlarına gitti. Yüreğinde yanıp duran ateşin sebebi bu saçlar mı diye sordu kendi kendisine. Elifin uzun kumral saçlarına bakiyordu, ara sıra basını arkadaşına taraf çevirisini, gülüşünü hayal ediyordu belki binlerce kez gördüğü halde. Onun gülüşünü aklına getirince tebessüm etti hafiften ve ayak parmak uçlarından gövdesine kadar ve oradan vücudunun her yanını sarmalayan bir sıcaklık hissetti bir anda. Biraz önce kendi haline anlam veremiyordu, simdi ise sanki bir seyler bulmuş gibi rahatladı. Doyumsuz bir ferahlık hissetti ve doğrulup yeniden basını yasladı cama. Camların buğulandığını o an gördü ve elinin tersiyle camdaki buğuyu sildi. Yolun kenarindan akan gelevere deresinin toprak rengine bürünmüş rengine bakti. Kendisini bildi bileli ilk kez bu kadar yükselmişti derenin suyu ve yağmur şiddetini artırmaya devam ediyordu. Korkusuzca etrafına bakindi, her kez susmuştu ve sileceklerin ve elinde bezle camların iç kısmını silerken söylenip duran söförün sesinden başkada bir ses duyulmuyordu arabada. Araba o kadar yavaş gitmek zorunda kalmistiki yürüyerek giden bir insan rahatlıkla onu geçebilirdi. Sürekli çalışan silecekler bile camları temizleyemiyordu artik. Söför arabayı durdurdu ve arkasına dönüp korkuyla kendisine bakmakta olan içerideki çocuklara seslenir gibi yapıp kendi kendine söylendi. Biraz duralım havada açılır simdi. Dışarıda hiçbir şey görünmüyordu artik. Sıklıkla çakan şimşekler kısa bir sürede olsa etrafı aydınlattığında bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun şiddeti daha iyi anlaşılıyordu…
On dakika kadar bir beklemenin ardından yağmur şiddetini biraz azaltınca Söför arabayı çalıştırıp tekrar hareket ettirdi. Ve araba daha yüz metre ileriye gidemeden yüksekçe bir yamaçtan sel gibi aşağıya inen toprakla birlikte çocukların çığlıkları arasında gelevere deresinin azgın sularına yuvarlanıverdi. Toprak kokusu, yağan yağmur ve ölüm ve gelevere deresi…
Ölüm nedir. Başka bir dünyanın kapılarını açan gizli bir anahtar mı? İnsan ruhunun vücuttan çırpına çırpına çıkışımı?. Yâda ölüm, sonsuz yasamın kapılı kapılar ardındaki yansimasimidir var olan hayata. . Yâda olmadı ötelerde olan metafizik âlemi bizim simdi dünyanın tozu toprağı arasında aldığımız nefes kadar yalinmidir, gerçekmidir, soyutumdur mesela.
Nedir ölüm. Tutku nedir. Ask nedir? Karanlık bir hücrenin içinde uzaktan uzaga gelen acikli bir türküyü dinlerken geçmişse dalip gitmek midir ask. Tekrar tekrar dinlememidir o aski hatırlatan şarkıları ve o an koşmayı istemek midir var olmayan bir yerde var olmadan ama esen rüzgârı hissederek ama ellerine ayaklarına batan diken parçalar ininin kesiklerini görerek kosmakmidir dağları daglar üstüne birakip sonra en yükseginin üstünden düse kalka ama inatla kosmayi istemek midir yemyeşil ve uçsuz bucak siz vadilere. Kendini unutmakmidir ask. Yada kendini unutturmak canlı cansız varliklara. Varoldugunu yasadigini anlamak için aldığı her nefesin çetelesini tutmakmidir bugünde böyle geçti duygusuyla. Bilmekmidir,anlamakmidir bakmak midir,görmek midir ask. Gecenin karanlığında kafanı yastik altina sıkıştırıp ağlamaya çalışmak sonra içeriden gelen sesleri duymamak için kulaklarını tikamakmidir iyice. Ask nedir. Ask sonsuzluğun sahibini hatırlayıp onun izni ile onun bildirdiği gibi dualar okumak mıdır sıkılarak utanarak. Çocukluğunu düşünmek degil çocuk olmayı istememidir dünyanın türlü sıkıntısı kederi içinde boğuşurken. Is çıkısı kalabalık bir otobüste çevresinde olup biteni duyarsızca ama hissederek yorumlamaya çalismakmidir ask. Gülerken gülmemidir ask ağlarken aglamakmi. Yâda kahkahalar atarken bir an da durup hüzne kapilmakmi sasirmakmi kendi Mutluluğuna.
Ask bir kadının mimiklerinde buluvermekmiş tanrısal gücün kendisini. Ask birine seni seviyorum diyemememidir, acılar içinde kendi kendini yiyip bitirirken…
O gün o kazada ölen çocukların isimleri beklide başkaları tarafından unutulup gitmiştir. Ayşe, Hümeyra, Ali, Kazım, İsmail ve digerleri. Kazadan kurtulan sadece üç kişi vardır hasan, elif ve Hamza. Hasan çakan bir şimşeğin aydınlattığı bir anda toprağın kaydığını görmüş ve yerinden fırladığı gibi elifin üzerine atlamıştı onu korumak için. Araba suya yuvarlanırken birdenbire kapısı açilmis ve güçlü kuvvetli hasan elifi kucakladığı gibi kendisi ile birlikte suya atlamıştır. Derenin kenarinda gördüğü bir ağaç köküne tutunarak kurtulmuşlardır o gün. Hasan, korkuyla titreyen yüzünde açilmis derin bir kesikten akan kan yüzünü kaplamış elife bakiyordu. Kızcağız hayatini kurtaran insana şaşkın gözlerle bakabiliyordu sadece. Hasan elifi gözlerine bakti. “Ne olursa olsun seni unutmayacak ve seveceğim. Eğer buradan kurtulursak bana söz vermeni istiyorum. Yüzünde açılan yaranın aynisini sende açacaksın yüzümde hemde keskin bir bıçakla. Çünkü ben sevdigimi seni koruyamadım” elif evet der gibi basını öne eğdi ve oracıkta bayıldı.
Yârim saat sonra yardıma gelen köylüler tarafından kurtuldu ikisi de.
Elifin yüzünde açılan yara onun güzelliğini söndürmüştü artik. Ama hasanın elife olan sevdası hiç bitmedi. Askerliğini yaptıktan sonra evlendiler ve her seferinde hasanın hatırlatmalarına rağmen. Elif verdiği sözü bir türlü yerine getiremiyordu. Taki evliliklerinin ikinci yılında hasan kanser hastalığına yakalanana kadar. Saçları dökülmüş acılar içinde yasayan hasan ölümü hissetmiş gibiydi o gün. Ve gelevere deresi elifin çığlıkları içinde hasanın yüzünün kesilmesine sahitlik yapıyordu ve akıntısının değdiği her tastan ninni sesi gibi bir türkü duyuyordu sadece duyabilenler. Koyverdin gittin beni oy.. Yüzünden silinmesin biçagimin yarasi
-
0 yorum:
Yorum Gönder